Bahaneler Ne Şahaneler! İşyerinde Zaman Kaybettiren Şeyler…

Bahaneler Ne Şahaneler! İşyerinde Zaman Kaybettiren Şeyler…

Bahaneler Ne Şahaneler! İşyerinde Zaman Kaybettiren Şeyler…

Bahaneler Ne Şahaneler!

İşyerinde Zaman Kaybettiren Şeyler  …

Oynayamayan Gelin Durumları …

Bahane Türk dil Kurumu’nun internetteki sözlüğünde , bir şeyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen uydurma sebep diye açıklanıyor.  (http://www.tdk.gov.tr/ 27.02.2018)

Ayrıca internet üzerinden bahanenin anlamına baktığınızda başka anlamlarını da buluyorsunuz. Örneğin noksan, kusur anlamına geliyor. Bir cümle içinde kullansak şöyle olabilir: “Çok ince eleyip sık dokuyan biri olduğundan her önüne gelene bir bahane buluyordu.”

Ayrıca özür gösterme anlamında da kullanılıyor. Bunu da cümle içinde kullanalım: “O yaptığı her yanlışa hemen bir bahane buluverir.”

Kökeni Farsça olan bahane kelimesini ayrıca neden, gerekçe bulmak anlamında da kullanıyoruz. Örnekse: “Onu görmek için bir bahane uydurup karşısına çıkıverdi”.

Bir de “sebep” ne demek ona bakalım. Sebep ya da neden yine TDK sözlüğünde bir olayı ya da durumu doğuran başka bir olay ya da durum, bir olaya, bir duruma yol açan şey anlamına gelmekte …

Şimdi, sebep tanımından yola çıkarak  bakarsak, işyerinde yaşanılan her süreç olumlu ya da olumsuz belli sebeplere dayalıdır diyebiliriz. Ancak işgörenler olarak bütün sebepleri bahanelere dönüştürdüğümüzde işte o zaman durum değişir.

Bahaneler yani uydurma sebepler, işyerinde enerji kaybı, motivasyon kaybı ve daha bir sürü kayıp yanında zaman kaybına neden olan en önemli şeylerdir.

Şimdi şu meşhur işyeri bahanelerine yani zaman kaybettiren şeylere şöyle biraz yakından bakalım ne dersiniz?

  • “Bir tek ben bilirim” diyerek iş yapmak : Daha ne olsun her şeyi biliyor. Sahiden biliyorsa süper ama ya değilse ne olacak? İşler hep yavaş, hep yavaş … Bir de bu işgörenin yönetici olduğunu düşünün yandı gülüm keten helva …

 

  • Sürekli her şeyden şikayet etmek : Bahanenin en şahanelerinden biri .. Bu durumda işgören şikayet etmekten çalışamıyor olmasının farkına da hiç varamaz ve performans değerlendirme zamanı, düşük not aldığında yine şikayete başlar “benim hakkımı yiyorlar” diyerek..

 

  • Kendisinin “günah keçisi” olduğuna inanmak: Dünya yıkılmış bu işgören de altında kalmıştır. Biraz “Arabesk” biraz “Blues” müziği gibidir. Hep üzülecek bir konusu vardır ve de her şey O’na haksızlık yapılmak üzere kurgulanmıştır. Elbette bütün bağırtıyı, eleştiriyi hep haksız yere o çeker ama kendince en çok da o çalışır. Bu ruh haliyle hiç verimli olamayacağı için hakikaten çok çalışsa da verimli olamaz ne yazık …

 

  • Önyargı ve ayrımcılık : Saçının renginden, cinsiyetine veya konuştuğu dile kadar hangi konuda ayrımcılık yapıyorsa bir insan o konuda önyargısı da büyük demektir. O insan bir işyerinde çalışansa bu durumDA etrafta olan büyük bahaneler ve de krizdir.

 

  • Yöneticilerini, iş arkadaşlarını, işini, hatta iletişimin en önemli ayağı müşterilerini sevmeme: Bunu açıklamama gerek var mı?

 

  • Dert üretmek : Dünya batıyor, her şey çok kötüye gidiyor, hastalıklar arttı ve daha neler neler… Bu işgören için hayat dertler bütünüdür.  O nedenle işyeri de dertler bütününün alt kümesidir. Günah keçileri ile iyi anlaşırlar ve de bir aradayken diğer insanlara çok şaşarlar. Çalışmak mı, bu dertli dünyada kim için?

 

  • Dedikodu: En eğlenceli bahane. Yapan bir de şöyle der: “şekerim bunu bir tek sana söylüyorum” Oysa bu sırada, sağır sultan konuyu değerlendirmeye başlamıştır bile. Zaman kaybı o da ne eğleniyoruz şurada ne var? Tanıdık geldi mi bu tipler?

 

  • “Komşunun tavuğu” ruhundan çıkamamak : “Diğer bazı işler hep daha iyidir ve tam da bu nedenle bu işe bu kadar emek harcamaya ne gerek var”  ruhunda olanlar… Hep dışarıda kalan akılla ne zaman içerideki işimizde çalışacağız? Gitti yine güzelim zaman … İşgörenin hali pek yaman:)

Ve daha bir sürü şey …

Share

Categories